2 Kasım 1943 ve 8 Mart 1944. Karaçay-Malkar halkının savaşlar, istilalar, hürriyet mücadeleleriyle dolu tarihlerindeki iki kara gün.
Kafkasya’nın Orta Kafkaslar bölümünde, sarp dağlar ve derin vadiler arasında uzanan topraklarda yüzlerce yıldan beri yaşamakta olan Karaçay-Malkar Türkleri İkinci Dünya Savaşı’nın bütün hızıyla devam ettiği günlerde, Sovyet hükümetine karşı ihanet, vatan hainliği ve düşmanla işbirliği suçlamalarıyla atayurtlarından koparılarak, yediden yetmişe Orta Asya ve Sibirya’ya sürülmüşlerdi. 2 Kasım 1943’te Karaçaylıların başına gelen felaket, 8 Mart 1944’te onların kardeş halkı Malkarlıların da başına geldi. Tarih boyunca onları birbirlerinden ayırmaya çalışan Ruslar adeta ortak kaderleri olan sürgünde Karaçaylılarla Malkarlıları birleştirmişlerdi.
1918 yılında kurulan Birleşik Kafkasya Cumhuriyetinde yer alan Karaçay-Malkarlılar bu cumhuriyetin Sovyetler tarafından yıkılmasından sonra ikiye ayrıldılar. Karaçaylılar 12 Ocak 1922’de kurulan Karaçay-Çerkes özerk bölgesi içinde yer alırken, Malkarlılar da 16 Ocak 1922’de kurulan Kabardin-Balkar özerk cumhuriyeti idaresi altına alındılar. Bu iki cumhuriyetin kurulması sırasında Sovyetler “böl ve yönet” politikasını uygulamaya dikkat ettiler. Dil, tarih, kültür ve etnik köken açısından aynı halk olan Karaçay-Malkarlılar sunî bir biçimde ikiye parçalandılar. 1926 yılında Karaçaylılara özerklik verilerek Kafkas dağları üzerinde Karaçay Özerk Bölgesi kuruldu. Bu sırada Karaçaylılar bölgelerindeki nüfusun % 81’ini meydana getiriyorlardı. Daha sonraki yıllarda bölgeye sistemli bir biçimde Rusların yerleştirilmesiyle bu oran % 30’a düştü.
1943 yılına kadar Sovyet rejimine karşı defalarca ayaklanan Karaçaylılar özellikle 1920-30’lu yıllarda kollektifleştirme hareketine karşı çıkarak kurdukları çetelerle Sovyet ordusuna karşı aylarca Kafkas dağlarında silahlı mücadeleye giriştiler. Sovyetlerin kollektifleştirme hareketleri Kafkasya’nın diğer bölgelerine göre Karaçay’da çok kanlı savaşlarla geçti. Karaçaylılar Sovyet rejimine karşı sürdürdükleri bu silahlı mücadeleler yüzünden Sovyet hükümeti ve özellikle Stalin tarafından “komünist rejimin amansız düşmanları” olarak nitelendiriliyorlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas dağlarında ayaklanarak millî direnişe geçen Karaçaylılar kurdukları silahlı çetelerle Sovyet Kızıl Ordusunu ve NKVD birliklerini imha ederek Almanların yanında Sovyetlere karşı savaştılar.
Almanlar’ın 1941 yılında Sovyetler’e saldırdıkları sırada, Kafkasya’da yaşamakta olan Karaçay-Malkar halkı da Almanlar’a karşı sempati beslemeye başlamıştı. Bu durumu değerlendiren Sovyet istihbaratı, Sovyet ordusunda görevli Karaçay-Malkarlı subay ve askerleri “güvenilemeyecek düşman unsurlar” sayarak cepheden alıp, Ural bölgesindeki kömür ocaklarına sürmüşlerdi. Sovyetler’in bu davranışı karşısında bir Karaçay süvari alayı silahları ile dağa çıkmıştı. Böylece Almanlar henüz Kafkasya’yı işgal etmeden Kafkasya’da bir müttefik halk kazanmış oluyorlardı.
25 Temmuz 1942’de Alman orduları Rostov’u ele geçirip Don ırmağını geçtikten sonra Sovyet ordusuyla Kafkas dağlarının eteklerinde savaşa girdi. Alman ordusunun önünden çekilerek Kafkas dağlarına sığınmaya çalışan Kızıl Ordu birliklerini burada Karaçaylılar’ın silahlı çeteleri karşıladı. Karaçaylılar Sovyet birliklerinin büyük bölümünü imha ettiler.
Kafkas Ötesi’ndeki Sovyet kuvvetlerinin planlarındaki aksaklıklar harekâtta gedikler meydana gelmesine sebep oluyordu. Bu durumda Kafkasya Almanlar karşısında tamamen savunmasız kalıyordu. Bu boşluğu doldurma görevi Sovyetler’in 46. Ordusuna verildi. Kafkas dağları üzerinden Kafkas Ötesi’ne geçişi sağlayan Karaçay’daki Morh (Maruha) ve Kluhor geçitleri her an Karaçay çetelerinin ve Alman birliklerinin eline geçmek üzereydi. Morh geçidinde savunma Sovyetler’in havan topçu müfrezesi, teknik müfreze ve piyade birliği tarafından yapılacaktı. Kluhor geçidi ise iki piyade bölüğü ve bir teknik müfreze tarafından savunulacaktı. Karaçay çeteleri ile işbirliği içinde olan Alman birlikleri Kluhor ve Morh geçitlerine saldırdılar. Sovyet birliklerinin Kluhor ve Morh geçitlerinde zor duruma düşmeleri üzerine, Sovyetler’in safında yer alan Gürcü-Svanlar bir birliklerini savunma için dağların güney yamaçlarından geçitlere gönderdiler. Ancak Karaçay çetelerinin desteğini alan Almanlar geçitleri ele geçirdiler. Sovyet askerlerinin Kafkas dağlarının buzulları arasında yer alan bu geçitlerde çok zor durumlara düştükleri anlaşılmaktadır. 1960’lı yıllarda Karaçaylı çobanlar tarafından bu geçitlerin yakınlarındaki buzullar içinde cesetleri hiç bozulmadan bulunan Sovyet Kızıl Ordu askerleri buna şahitlik etmekteydi.
Sovyetlerin savunma savaşı 1942 yılının Temmuz ayı sonunda Kuban bölgesinde patlak vermişti. Ağustos ortasına kadar devam eden savaşta Alman ordusu adım adım ilerleyerek Ağustos sonunda Terek ırmağına ulaştı. Almanlar 21 Ağustos 1942’de Karaçay-Malkarlılar’ın yardımıyla Kafkas dağlarının en yüksek zirvesi Elbruz dağına (Mingi Tav) Alman bayrağını diktiler.
1942 yılının sonbaharında Alman birliklerinin işgal ettiği Batı Kafkasya’da, bilhassa Karaçay-Malkar’da daha Almanlar gelmeden önce mahallî çeteler Sovyet birliklerinin boşalttığı yerlerde iktidarı ele geçirmişlerdi. Yerli halka dinî ve siyasî hürriyet verdiklerini açıklayan Almanlar bu hareketleri ile yerli halkın sempatisini kazanmışlardı. Camiler yeniden açılmış, kollektif çiftlikler kaldırılmıştı. Alman ordusuna büyük sevgi gösterilerinde bulunan Karaçay-Malkar halkına Almanlar şu imtiyazları verdiler:
1-Müstakil millî idare yeniden kurulacak ve din dahil hayatın bütün sahalarında tam bir serbestlik olacak.
2-Kolhozların yerine özel mülkiyet düzeni kurulacak.
3-Eskiden zorla ikiye ayrılan Karaçaylılar ve Malkarlılar tekrar birleşecek.
Karaçay Özerk Bölgesi’nin başkenti Mikoyan Şahar’da (bugünkü Karaçayevsk) Karaçaylı Macir Koçkarov idareyi ele almış ve gelen Alman birlikleri tarafından belediye başkanı olarak görevlendirilmişti. Bir süre sonra da millî menfaatlerin temsilcisi olarak bir Karaçay Komitesi Kadı Bayramukov başkanlığında teşkil olundu ve geniş yetkilerle donatıldı. Bunlardan biri de kolhozları lağv etme hakkıydı.
Verilen bu imtiyazlar Almanlar’ın Karaçay-Malkar halkının güvenini kazanmasını sağladı. Bu sırada görmüş geçirmiş yaşlı Karaçaylılar Almanlar’a bu kadar güvenmenin iyi sonuç vermeyeceğini, daha tedbirli davranmak gerektiğini söylüyorlardı. Ancak yıllardır Sovyet zulmü altında inleyen Karaçay-Malkar halkı üzerinde bu uyarıların fazla etkisi olmadı.
Silahlı birlikler oluşturan Karaçay-Malkarlılar Sovyet ordusuna karşı amansız bir savaşa girişmişlerdi. Bu savaşlar sırasında Kafkasya’da bulunan Alman gazetecisi Erich Kern o günleri şöyle anlatmaktaydı:
“Bilhassa yerli İslam unsurları ile aramız iyi. Her tarafta gönüllü süvari birlikleri kuruluyor. Peygamberin yeşil savaş bayrağı dalgalanıyor. Bir dostluk havası esiyor. Burada müslüman halk müthiş bir komünist düşmanı. Ben kasabaya girerken Karaçaylılardan oluşan bir süvari taburu, gülü oynaya dağdaki hizmetlerine gidiyordu. Uzun boylu, tunç yüzlü güzel delikanlılar eyer üzerinde kalıp gibi duruyorlar...”
Alman Doğu Başkanlığı’ndan bir görgü şahidi 1942 yılı Ekim’inde Kafkasya’da yaşayan Slav kökenli Rus, Ukraynalı ve Rus Kazakları’nın işgal güçlerine karşı çok soğuk davrandıklarından bahsetmektedir. Slavlar aşırı Sovyet vatanseveri gibi davranırlarken, Kafkas kavimleri Almanlara karşı çok candan davranıyorlardı. Alman raporlarında Rus ve Ukraynalı halk arasında korku ve çekingenlik, buna karşılık Kafkas halklarında dostluk ve destek tespit edildiği yer almaktadır. Ancak siyasî faaliyetin derecesi kabilelere göre farklılık gösteriyordu. Çerkesler (Adigeler-Kabardeyler) daha çekingen davranırken, Türk asıllı Karaçaylılar ve Malkarlılar hemen kabilelerini birleştirmeyi teklif etmişlerdi. Bunlar arasında Pan-Türkist eğilimli bir milliyetçilik açıkça farkolunuyordu.
Yerli halka eğitim ve kültür işlerinde, hükümette ve bölgenin yönetiminde önemli derecede özerklik verilmişti. Dinî özgürlük Almanlar tarafından tekrar geri getirilmişti. Bu davranış yıllardan beri amansız Sovyet din karşıtı baskılara maruz kalan müslüman halkın sevinciyle karşılanmıştı. Okullar mahallî yöneticilerin yönetimine bırakılmıştı.
Alman yöneticileri Kafkaslar’daki zirai reformların başarılması işini çok sıkı tutuyorlardı. Bir yıl içinde kolhozların yüzde kırkı ziraat kooperatiflerine dönüştürülmüştü. Gerçekte Kafkasya’nın pek çok bölgesinde köylüler daha Almanlar gelmeden önce, nefret edilen Sovyet kollektif çiftliklerini dağıtmış ve toprak, hayvan ve tarım âletlerini halka paylaştırmıştı. Almanlar Kafkaslar’da, işgal ettikleri diğer bölgelerin aksine halktan zorla asker toplama uygulamasını kaldırmışlar ve tamamen gönüllülerden oluşan birlikler kurmaya başlamışlardı.
Bolşeviklerden temizlenen Karaçay-Malkar, Kabardey, Adigey ve Osetya bölgelerindeki halklar eski Birleşik Kafkasya Cumhuriyeti’ni yeniden kurmak üzere Alman komutanlığına başvurdular. Ancak Almanlar bu başvuruları sürekli olarak oyaladılar. Almanlar’ın Kafkasya’yı bir sömürge olarak kullanmak istedikleri ve buradaki bölgelere Alman Nazi komiserlerinin çoktan atanmış oldukları daha sonra öğrenildi.
1942 yılı sonlarında Alman ordusunun Rusya’da yenilgiye uğratılması sonunda, Almanlar Kafkasya’dan çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada Adige-Kabardey, Karaçay-Malkar ve Osetler’den oluşan onbeş bin kişilik bir mülteci kafilesi de Alman ordusu ile birlikte Kafkasya’yı terk etti.
Almanlar Kafkasya’dan çekildikten sonra Sovyetler halk arasında Alman aleyhtarı partizan güçleri örgütlemeyi başaramadılar. Anti-Partizan faaliyetler tamamen Kafkaslar’daki yerli halkın elindeydi. Pek çok Kafkas Millî Askerî Birlikleri Alman ordusunun hizmetine girdi ve Sovyetler’e karşı savaştı. Alman ordularının lojistik desteği ekonomik yönden fakir olan bu bölgede yerli halkın gönüllüleri tarafından sağlandı. Yerli halktan oluşan Sovyet aleyhtarı birlikler Alman ordusu Kafkasya’dan geri çekildikten sonra bile, ilerleyen Sovyet birliklerine karşı daha uzun süre savaştılar.
Almanlar Kafkasya’dan çekilir çekilmez, 15 Ocak 1943’te Kızıl Ordu Karaçay’a büyük bir saldırı başlattı. Silahlı çeteler Kafkas dağlarında tank, top ve uçaklarla saldıran Kızıl Ordu’ya karşı mücadele ediyorlardı. Bütün Karaçay köyleri ağır bombardımanla yerle bir edildi. Sovyetler bütün güçlerine rağmen silahlı Karaçay-Malkar çetelerini yok edemiyorlardı. Sovyet hükümeti bunun üzerine daha kesin bir sonuç elde edebileceği bir yönteme baş vurdu. 12 Ekim 1943’te Sovyetler Birliği Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun aldığı bir kararla Karaçay halkı 2 Kasım 1943 tarihinde topyekûn sürgüne gönderildi. Aynı karar 8 Mart 1944’te Malkarlılara da uygulandı. Sürgün sırasında Kafkasya’dan toplam 69267 Karaçaylı hayvan vagonlarına doldurularak sürgüne gönderildi. Bunlara sonradan sürgün sırasında Sovyet ordusunda bulunan Karaçaylı askerler de katıldı. Sürgünün ilk birkaç yılında Karaçay-Malkarlılar nüfuslarının yarısını kaybettiler.
Kaynakça:Doç.Dr. Ufuk Tavkul'un bu sayfadaki paylaşımından alınmıştır. https://www.facebook.com/permalink.php?id=189000823500&story_fbid=10151246790633501